28 Ekim 2013 Pazartesi

Cumhuriyetimizin 90. yılı kutlu olsun...

Cumhuriyetin ilanı konusu 28 Ekim gecesi Çankaya Köşkünde İsmet Paşa' nın kalemiyle son şeklini almıştır. İsmet Paşa o geceyi şöyle anlatır; " Misafirleri uğurladıktan sonra Atatürk bana kalmamı söyledi. Masanın başında yanyana oturduk. İlk önce kanun metnini görüştük. Doğal olarak her madde üzerinde eski ve yeni arasında bir mükayese yapıyorduk. Atatürk neticeyi dikte ediyor, ben yazıyordum. Bu şekilde çerçeve tamamlandıktan sonra tekrar okudum. Atatürk dikkatle dinledi, düşündü, 'hazırlık tamam' dedi, ayrılmak üzere bana izin verdi. Zaten köşkte misafirdim, odama çekildim. Ertesi sabah metni tekrar gözden geçirdik ve beraberce meclise gittik. " *

2013 yılında, bu kadar hırpalanmasına ve kazanımlarında geriye gidişe rağmen halen ayakta olan Cumhuriyetimizin 90. yılını kutlar, başta Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere Türk Devriminin kahramanlarını saygı ve özlemle anıyorum.

* kaynak: İnönü Cumhuriyetin Kuruşuşunu Anlatıyor. s. 22

21 Mayıs 2012 Pazartesi

19 MAYIS VE ŞEKER PAŞA


19 MAYIS VE ŞEKER PAŞA
   Osmanlı Devleti’ nden bu yana, ordunun herhangi bir kademesinde,  şans eseri ya da birilerinin kuklası olması için görevlendirilerek makam sahibi olabilmiş etkisiz, pasif, yalaka veya kendisine bambaşka  görevler belirlemiş komutanlara ŞEKER PAŞA denirdi. Türkiye’ de ordunun başı olmak diğer ülkelere göre çok daha önemli ve saygın bir konuma sahip olmak demektir. Türk devletleri  tarihine bakıldığında ilk göze çarpan ORDU MİLLET kavramıdır.  Günümüzde ülkemizin genelkurmay başkanı tam bir ŞEKER PAŞA olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Bir yandan kendisini o makama  getirenlere sonsuz biyatını sürdürürken bir yandan koruması gereken değerlere sahip çıkan medya organlarına, aydınlara, yazarlarımıza saldırıya geçmiştir. Bunların ardından sa ordu evlerine sakallı, cübbeli, sarıklı girilmesinin yolunun açıldığı haberi hiçbirimizi şaşırtmadı. 19 Mayıs Türk milletinin kurtuluşu yolunda  Başkomutan MUSTAFA KEMAL  ATATÜRK’ ün  attığı en büyük adımken GENEL KURMAY BİR BİLDİRİ BİLE YAYINLAMAMIŞTIR.  Ülkemizin ne duruma geldiğini sadece bu analiz bile anlatmaya yeterlidir.
   Öte yandan Taksim’ den Dolmabahçe’ ye en az 200 bin kişinin katıldığı TGB’ li, İşçi Partili, Cumhuriyet Halk Partili, Domokratik Sol Partili gençlerin düzenlediği ULUSLAR ARASI BÜYÜK YÜRÜYÜŞ VE HEMEN ARDINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN ŞÖLEN kendisine sol diyen medya tarafından bile görmezden gelinmiştir. Fakat kimse unutmasın ki TGB’ nin başını çektiği Türk Gençliği TÜRK SİLAHSIZ KUVVETLERİ OLARAK CUMHURİYETİNE VE DEVLETİNE SAHİP ÇIKACAKTIR.

 YAPICI

28 Aralık 2011 Çarşamba

BEST OF TAYYİP PART 1

“Ucube.”
*
“Seyrantepe’de Galatasaray’ın bir Allah kuruşu yoktur.”
*
“Ben Müslümanım ama laik değilim, fakat laik ülkenin başbakanıyım, Mısır’a laik anayasa tavsiye ediyorum, laiklikten sakın korkmayın, umarım Mısır laik olacaktır.”
*
“Umutlarınızı asla yitirmeyin, umutlarını asla yitirme Somali...”
*
“Kılıçdaroğlu diye bir şey yoktur, sanaldır, cibiliyetsiz, yüz karası, dik duramayan, çapsız, sığ, geri vitese takan, karikatür muhalefeti, sen ne diyorsun be, amatör şeyhülislam, kıvırıyor...”
*
“Ben bir şeye çok hayret ediyorum, bazı bayanlar ekranlarda kadın erkek eşitliği diyor, eşit haklara falan eyvallah ama, diğeri yaradılışa ters.”
*
“NATO’nun ne işi var Libya’da? Böyle saçmalık olur mu yahu... Bakın biz Türkiye olarak buna kesinlikle karşıyız, konuşulamaz, düşünülemez.”
*
“Bunlar kaz güdemez, bırak davarı, koyun bile güdemez, bunlar keçi güdemez.”
*
“Nükleer santral için riskli diyorlar, o zaman evinize Aygaz tüpü de koymayın, kozmetik dünyada böyle sıkıntılar var.”
*
“Yumurta alacak kadar paranız varsa, omlet yapıp yiyin, orda kalkıyorsun yumurta atıyorsun, bu nasıl özgürlük? Kusura bakmayın, Arapların atasözü vardır, men dakka dukka, olay bu.”
*
Çılgın proce...
*
“Marmaray’ın mimari çizgilerini merhum Abdülmecit dedemiz çizmiş, arşivlerden çıkardık.”
*
“Yok arkeolojik şey, yok çanak çömlek çıktı diyerek, bizi oyalıyorlar.”
*
“Ankara uzay başkenti olacak.”
*
“Birileri bozkurtlarıyla dolaşıyor, ben yaradılmışların en şereflisi eşref-i mahlukla dolaşıyorum.”
*
“Şifre meselesinde ÖSYM’yi dinledim, ben tatmin oldum.”
*
“Malatya büyükşehir olmak istiyor. Ancak, nüfusun 750 bin olması lazım. Burada ufak bi açığımız var. 10 bin eksik... Ne yapacaksınız? Hazır mıyız? Bayanların ellerini görüyorum, bazıları üç diyor, bazıları dört diyor. Üç olsa yeter zaten. Ses az geliyor beyler... En geç iki yıl içinde bu 10 bin açığı tamamlamalısınız, ona göre.”
*
“Ahhh benim milletim ahh... İkinci milli şef Demirel gelmiş 87 yaşına, hala ortalığı karıştırıyor, çete kardeşliği yapıyor, ahhh ahhh ne dolaplar dönüyor.”
*
“Et tekrar-u ahsen
velev kane yüzseksen.”
*
“Feysbuk falan, yahu bunlar çirkin, berbat, herkes adına her türlü ahlaksızlık yapılabilir.”
*
“Almanya’da Hans fırsat yakalayacak, Helga fırsat yakalayacak da, benim Ahmetim Mehmetim Ayşem niye yakalamasın, vizyonumuz bu.”
*
“Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’ni kim kurdu? 2007’de biz kurduk. Zonguldak’ta üniversite var mıydı? Yoktu. Kuracağız dedik. Kurduk.”
*
“Hayaldi gerçek oldu.”
*
“Tuvalet bir milyon liraydı be, sayemizde bir liraya gidiyorsun.”
*
“Taksim’de bin kişiyi, iki bin kişiyi yürütmek problem değil. biz de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız.”
*
“Aynı dağın yeliyiz biz.”
*
“Bizim bölücülerle masaya oturduğumuzu söyleyenler, bu alçakça iftirada bulunanlar, şerefsizdir, müfteridir.”
*
“Amerika’da Hollywood, Hindistan’da Bollywood, Mardin’de Mardinwood olacak.”
*
“Hopa’da bir tanesi de kalp krizi geçirmiş, ölmüş, üzerinde durma gereği duymuyorum.”
*
“Bakıyorum televizyonda, polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır kadın mıdır, bilemem.”
*
“Camiye hakaret ettiler. Allah-u Teala’ya dil uzattılar. İtikadımıza ters konuşuyor. Kendisi Alevi’dir. Haydi ellerinizi göreyim... Maşallah maşallah. İnşallah daha iyi olacak. Elhamdülillah.”
*
Seçim... Yüzde 47.
*
“Kalfalık dönemi bitti.
Ustalık dönemi başlıyor.”
*
“Ne dediler, arkadaşlarımız yemin etmedikçe biz dört yıl da olsa yemin etmeyeceğiz dediler, bu sözü unutmayın, göreceksiniz, tükürdüklerini yalayacaklar.”
*
“Maç başladıktan sonra kural değiştirilmez, gol nasıl olur, penaltı nasıl olur, hepsi önceden belli, dürüst olun, tarafsız olun, yüz yüze bakacağız, birbirimize ayak oyunu, çalım atmayalım.”
*
“Donanmamızı oraya gönderiyoruz, İsrail eskisi gibi Akdeniz’de at oynatamayacak, gerekirse savaşırız.”
*
“Kusura bakma, ben bu tertemiz alnımı, ak alnımı, senin o lekeli dudaklarına sürdürmem, senin ağzın ve dudakların lanetli, senin o kirli öpücüklerine ihtiyacımız yok, başkasına sakla.”
*
“Elbette medyamıza müdahale arzusu içinde değiliz ama, medyamız milli duruş sergilesin.”
*
“Bence bu dönem lüks eve girme, sen en iyisi oturduğun yerde oturmaya devam et.”
*
“Zam diyorlar... Kardeşim, sigara içmezsin, olur biter, alkolü daha az tüketirsin, olur biter, kalkıp da Porşe kullanacağına, Vosvagen’e bin, Fiat’a bin.”
*
“Dersimli Seyid Rıza’nın hikayesi yürek burkucudur.”
*
“Parası olan askerlikten kurtulacak, parası olmayan askere gidecek, benim vatandaşım bu işe sıcak bakmıyor, ben şahsen böyle bir sorumluluğun altına girmem, referandum yaparım.”
*
“Bedelli askerlik benim için önemli ve acil bir konu.”
*
“Bıçak kemiğe dayandı. Bedelini mutlaka ödeyecekler. Allah yar ve yardımcımız olsun.”
*
“Bedeli 30 bin lira.”
*
Ve elbette, yılların klasiği...
“Durmak yok, yola devam.”

Yılmaz Özdil / Hürriyet

23 Aralık 2011 Cuma

ÇANKAYA’NIN AFFEDİLMEZ GAFI - TUFAN TÜRENÇ

Anımsadığıma göre 1995 yılıydı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel telefonla aradı.
Hal hatır sorduktan sonra çok nazik bir ifadeyle “Yazını okudum. Tebrik ederim. Çok güzel yazmışsın” dedi.
Doğrusu şaşırdım çünkü o günkü yazımda kendisini bir konuya yeterli ağırlığını koymadığı için eleştirmiştim, yazıyı da şöyle bitirmiştim:
Demirel, Atatürk’ün, İnönü’nün koltuğunda oturuyor. O koltukta oturmanın sorumluluğu çok büyüktür. O sorumluluğun hakkını vermek gerekir.”
Demirel sözlerini şöyle sürdürdü:
Yalnız sana bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Bir yanıt veya düzeltme olsun diye değil, ama senin bilmem gerekir diye düşünüyorum. Şu gerçeği gözden kaçırmamak lazım. Atatürk ve İnönü o koltuğa savaş meydanlarının muzaffer komutanları olarak oturdular. Onlara hiç kimse karşı çıkamazdı. Onların söyledikleri bir kanun gibi kabul görürdü. Onların böyle bir ayrıcalıkları vardı. Bense onlar gibi savaş meydanlarından gelip oturmadım bu koltuğa. Ben curcunalardan koptum geldim. Ben onların yaptıklarını yapamam. Yapmaya kalkarsam herkes benim karşıma dikilir. Benim onlar gibi bir gücüm, kudretim olamaz. Bu gerçeği bilmeni istedim.”
Haklısınız. Eleştirilerimi böylesine hoşgörüyle karşıladığınız için teşekkür ederim” dedim.
***
Bu anıyı Çankaya’nın dünkü atamalarını öğrendiğimde anımsadım.
Cumhurbaşkanı Gül dün Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’na Mümtaz’er Türköne ile İskender Pala’yı atadı.
Herhalde bu iki isim, Atatürk’ün koltuğuna oturma onurunu kazanan bir cumhurbaşkanı tarafından Atatürk’ün kurduğu ve cumhuriyet’e emanet ettiği bu kuruma atanması asla düşünülmeyecek iki isimdi.
Ama Cumhurbaşkanı Gül bunları düşünmeden, ya da bilinçli olarak bu iki ismi atadı.
Kendisini kınıyorum ve Atatürk’ün koltuğunda oturan bir cumhurbaşkanına uygun olmayan bir atama yaptığını anımsatmak istiyorum.
Cumhurbaşkanının aklı başında bir danışmanı yok mu? Bu konuda kendisini uyarmadı mı? Hayret!
Cumhurbaşkanı Gül’ün, Türk toplumunun en büyük değeri olan bir insanı düşman gibi gören, her fırsatta akıllarınca O’nu karalayıp küçük düşürdüğünü sanan iki ismi o kurumun yönetim kurulunda görevlendirmesi kesinlikle iyi niyetle bağdaştırılamaz.
Gül’ün gerekçesini öğrenmek isterim.
Atatürk ülkeyi emperyalist işgalcilerden kurtaran insandır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş, bütün dünyaya örnek olmuş reformlar yaparak uygar bir toplum yaratmıştır.
Buna rağmen Atatürk’ü bu ülkede sevmeyenler vardı.
Ama onların fanatik olmayanları da Atatürk’ün Türk toplumunu esaretten kurtardığını, modern bir devlet ve toplum yarattığını kabul eder.
Sanırım Cumhurbaşkanı da bunu kabul eder.
Anlamadığım Atatürk’ü karalayıp yaptıklarını yadsıyan iki insanı o kurumun yönetimine atamasıdır.
Cumhurbaşkanı bu kararıyla Atatürk’ü seven milyonlarca insanın değerlerini hiçe saymıştır. 
Bu affedilmez bir gaftır.
Tufan Türenç
www.tufanturenc.com

3 Aralık 2011 Cumartesi

SONER YALÇIN' DAN 10 MADDEDE DERSİM GERÇEĞİ


Dersim tartışmasının devam ettiği bugünlerde Soner Yalçın'ın 2 yıl önce Hürriyet'te kaleme aldığı yazısını tekrar hatırlatma gereği duyduk. İşte 10 maddede Dersim gerçeği...

Dersim’in asıl adı nedir? Bu bölgede oturanlar nereden, ne zaman gelmişlerdir? Akrabaları hangi ülkede yaşamaktadır? Türk müdürler; Kürt müdürler? Yoksa nedirler? Dillerinin özelliği nedir? Alevi midirler? Eğer önyargılarınızın tutsağı iseniz bu yazıyı hiç okumayınız. Yok anlamak-öğrenmek istiyorsanız; işte size 10 maddede Dersim gerçeği…
Albert Einstein’ın sözünü bilirsiniz:
“Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.”
Ama bu baş belası tabuları yıkmak zorundayız.
Çünkü…
Hacı Bektaşi Veli’nin söylediği gibi, “ilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
Bu arada şu görüşümü tekrarlayayım:
Kişi kendini hangi kimlikte görüyorsa, hissediyorsa öyledir. Ve saygındır.
Ayrıca, kimileri gibi “alternatif tarih” adına inkarcılık yapacak da değilim.
O halde…
Gelelim Dersim derslerine…

Madde 1) Dersim’in kökü nereye dayanıyor?

Anadolu kavimler kapısıdır…
Dersim bölgesine ilk yerleşimin M.Ö 6 binlere kadar uzandığı biliniyor.
Subarlar, Hurriler, Asurlular, Hititler, Akadlar, Frigyalılar, Urartular, Medler, Persler, Makedonyalılar, Kapadokyalılar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Bizanslılar, Selçuklular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar gibi kimler gelip kimler geçti.
Dersim bölgesine kimi “İşuva” adını verdi: kimi “Supani”…
Yaşayanlara kimi “Muştular” dedi; kimi “ Müşkiler”…
Ne diyordu koca Ahmet Arif:
“Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?..”

Madde 2) Dersim’in adı nereden geliyor?

Dersim; Farsça, “der” (kapı), “sim” (gümüş) sözcüklerinden oluşan bir isim tamlamasıdır. Türkçe’ye “Gümüşkapı” olarak çevirebiliriz.
Güney ağızlarında Dersim, “Darsim” diye telaffuz ediliyor. Kimi tarihçi bunun sadece söyleniş olmadığını belirtiyor. Onlara göre “Darsım” Zazaca bir sözcük; ‘dar” (ağaç) ve “sim” (gümüş) idi; ve Darsım aslında “Gümüşağaç” demekti.
Bu teze göre, Dersimliler “ağaca tapınmaları” nedeniyle bu ismi kullanıyorlardı!
Ancak yazdığımız gibi bölgeye birçok uygarlıklar geldi. Ve bunların çoğu isim değiştirdiler.
Örneğin Çemişkezek bölgesine; Hititler “Zuhma”; Urartular “ Tamişkiş”; Romalılar “Hieroplis”; Bizanslılar “Tsimisca” dediler…
Dersim’in adı uzun yıllar “Daranalis” olarak kaldı. Bu ismin, M.Ö 519’da Doğu Anadolu’yu fetheden Pers Kralı Dara’nın adından kaynaklandığı ileri sürülüyor.
Bu noktada “Daranalis” ve Persler’in adını geçirmemizin özel bir nedeni var. Çünkü Dersimlilerin asıl yurtları Anadolu değil; İran.

Madde 3) Dersimliler aslında nerelidir?

Horasanlıdırlar.
Hazar Denizi’nin güney batısında (Tahran’ın kuzeyinde) Deylem/Daylam bölgesinde, Pers öncesi halklardan bir topluluk yaşardı: Deylemliler/Daylamlılar!
İran’daki Büveyhoğulları Devleti’ni (932-1056) bunların kurduğu biliniyor.
Bu halk 13’üncü yüzyılda Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya geldiler. Anadolu’da yaşadıkları bu bölgeye kendi adlarını verdiler.

Madde 4 ) Dersimlilerin akrabaları kimler?

Günümüz İran’ın Kuzey Horasan Eyaleti’nde Deylaman bölgesi vardır. Lahican, Siya, Kal, Koh, Mazendaran, Rast, Gibal, Pir Pulur, Fumen, Gerekerd, Gilan, Teberistan, Chalus, Kalar, Enzeli, Varemin, Bar, Tufem, Rudsa, Muvaz, Kohaman, Hasan Rud, Emurluh gibi yerlerde yaşayanlar Dersimlilerin akrabalarıdır.
Konuştukları dil ise Zazacadır.
“Dersim’de Kökler” adlı kitabından yararlandığımız Ali Kara, İran’daki “Dersimliler” konusunda araştırma yaptı. Anadolu’daki Dersimlilerle konuşma, türkü söyleme, inanç, yaşam tarzı konusunda aynı olduklarını yazdı. Kadın-erkek eşitliğini; kadınların başlarını kapatmadığını, isimlerin doğa adları olduğunu gözlemledi. “Cem”lerine katıldı. Aslında Şamanizm’in, Zerdüştlüğün hala yaşatıldığını fark etti.


Madde 5)
Dersim dilinin kökeni nedir?

Persler’in “Bisitun Kitabeleri”nde Deylemlilerin konuştukları dile “Zuzu” deniyor. “Zuzu” bugünün anlamıyla Zaza!
Kimi dilbilimcilerine göre bu dilin adı, Deylem’den türeyen “Dımılıce”dir.
Bu nedenle bilimsel sınıflandırmada bu dil ailesinin "Kuzeybatı İranî diller" grubunda yer aldığı belirtilmektedir.
Dil bilimcileri ve Zazalar, Zazaca/Dımılıce’yi bir dil olarak kabul eder.
Keza İranoloji dilbilimine göre de, Zazaca başlıbaşına bir dildir.
Kürdolojinin babası sayılan V. Minorsky; ve David Mc Kenze, Prof, Goiche Kojima, Susani, Oskar Mann ile Karl Hadank gibi bilim adamları Zazaca'nın bir Kürt lehçesi olmadığını kanıtlamışlardır.
Zazaca; eski dillerden Partça’nın devamı olarak kabul edilir
Fakat bazı Kürdologlar bu durumu kabul etmezler; Zazaca'yı Kürtçe'nin dört lehçesi arasında sayarlar.
Bütün Kürtler meseleye “milliyetçilik penceresinden” bakmazlar; “Kürdistan Milliyetçilik ve Dil” kitabının yazarı Amir Hassanpour gibi kimi Kürt dilbilimciler, Zazaca’nın Kürt lehçelerinden yapısal olarak farklı olduğunu yazar.
Yine de bazı Kürt “aydınlar”, Zazalar’ın Kürt olmadığını iddia edenlere ateş püskürürler. Ebubekir Pamukçu, Ali Kaya veya Kürt M Şerif Fırat gibi yazarları “inkarcılıkla” suçlarlar!
Şurası bir gerçektir ki, Zazalar’ın önemli bir bölümü günümüzde Kürt kimliğini benimsemişlerdir.
Bu arada…
Bazı Türkologlar da, Zazaca'yı Türkçe'nin bir lehçesi varsayar ve; Zazaların Horasan'dan gelen Türk boyu olduğunu iddia ederler. Bunlara göre Zazalar, Dersim’e gidince Kürtleşmişlerdir!
Devletin resmi tarih tezi de böyledir.
Kuşkusuz bu “resmi tarihtir ve mutlaka yanlıştır” anlayışı doğru değildir.
Madde 6 ) Zazaca konuşulan iller hangisi?
Tunceli(bütün ilçeler);
Bingöl (bütün ilçeler);
Elazığ (Batı bölgesi hariç);
Diyarbakır (Ergani, Çermik, Dicle, Lice, Çüngüş, Hani, Kulp, Eğil, Hazro); Urfa (Siverek, Bucak);
Muş (Varto);
Sivas (Zara, İmranlı, Ulaş, Kangal, Hafik, Divriği, Gürün) Adıyaman (Gerger);
Erzincan(merkez ve Tunceli'ye yakın yerlerde); Batman (Merkez, Sason); Bitlis(Mutki,Tatvan);
Malatya (Pötürge, Doğanyol, Arguvan);
Ardahan(Göle); Uşat Eşme gibi Batı’daki bazı ilçe ve köylerde de sürgünler nedeniyle konuşulmaktadır.
Zazaca sadece Türkiye’de konuşulmuyor. İran’da da en az 1 milyon insanın Zazaca konuştuğu biliniyor. Bunların küçük bir bölümü, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Anadolu’dan kaçan Türkmen aşiretleridir.

Madde 7) Dersimliler Alevi midir?
Zerdüşt/Yezidi olan Deylaman halkı 873’te Müslüman oldu.
917’de ise Caferi Sadık mezhebini / Aleviliği kabul ettiler.
Kimi tarihçiye göre Zaza Aleviliği; Şii inancıyla, Zerdüştlüğün gelenek ve göreneklerinin bileşiminden oluşmuştur.
Gelelim Anadolu’daki Dersimlilere…
Dersim denince akla 126 aşiret ve boyun birleşmesi geliyor. Bunların hepsi Zaza değil. İçlerinde Türkmen aşiretleri de var.
Bu aşiretlerin hepsinin tarihsel hikayesi farklı olduğu için hepsini ayrı ayrı ele almak gerekir. Bölgeye geliş tarihleri bile farklılıklar gösterir. Örneğin Hz. Muhammed soyundan geldiklerini iddia eden Kureyşan Aşireti, Melihşah döneminde Dersim’e geldi.
Geliş tarihleri farklı olsa da Dersim bölgesindeki Zazalar’ın büyük çoğunluğu Alevi’dir. Fakat Sünni olan Zazalar’ın bulunduğunu da eklemeliyiz:
Örneğin Cibranlı Halit Bey Sünni bir Zaza Kürdü’ydü.

Madde 8) “Tunceli” adı ne zaman verildi?
Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak 1937-38 Dersim İsyanı’nı bastıran askeri harekatın adının “Tunç- Eli” olduğunu ve operasyondan sonra Dersim’e “Tunceli” adının verildiğini yazdı. Doğru değildir.
Osmanlı, Tanzimatla birlikte yeni idari yapılanmaya gitti.
O tarihe kadar “başına buyruk olan” Dersim sancaktı.
1847’te; Hozat merkez olmak üzere Erzurum vilayetine bağlıydı;.
1859’da; Harput eyaletine; 1867’de ise topraklarının bir bölümü Erzincan sancağına dahil edildi.
1879’da ayrı bir vilayet oldu.
1886’da tekrar mutasarraflığa indirildi.
1892’de Elazığ’a bağlandı.
Görüldüğü gibi Osmanlı, Dersim’i hep bölerek yönetmek tavrı içinde oldu.
Gelelim Cumhuriyet dönemine:
Dersim 1923’te ilçe yapılarak Elazığ’a bağlandı.
Ancak…
25 Aralık 1935’te, 3195 sayılı, 2884 no’lu kanunla “Tunceli” adıyla il yapıldı.
Sünniliği devletin resmi ideolojisi haline getiren Osmanlı’nın Dersim’e bakışı belliydi. Peki ya Cumhuriyet’in?
Bunu İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın isteğiyle sadece 100 adet basılan “Dersim” kitapçıktan anlayabiliyoruz:
“Dersim’in coğrafi ve toplumsal yapısı, çapulculuk ve isyana teşvik edicidir. Halk bu yüzden vergi vermiyor, yasa dinlemiyor ve askerlik hizmeti yapmıyor. Toprağı tarıma elverişli olmadığı için çapulculuk yapıp çevre bölgelerdeki halka baskın yapıyor. (2700 kaçak vardı.)
Halkın gerçek efendileri; şeyh, seyyid, dede, ağa ve bey takımıdır. Dersim mutlaka devletin egemenliğine girmelidir. Ancak bölgede sadece asker ve jandarma bulundurmakla itaat sağlanmaz. Köklü ıslahat şarttır.
Dersim halkı Oğuz boylarından gelmiş Türkmenlerdir. Sonradan Kürtleşmişlerdir. Türk kökenlerine çevirmek için kışlaların yanına okul yapılmalıdır.
Ağalar ve Seyyidler bölgeden Türklerin yoğun olduğu bölgelere sürülmelidir.”
Cumhuriyet, Dersim’i merkeze hükümetin kontrolüne alıp çağdaşlaştırmak istiyordu.

Madde 9) Atatürk’ü seviyorlar mı?
Dersimliler, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yer aldı.
Sivas ve Erzurum kongrelerinde 250 Zaza gönüllü koruyuculuk yaptı.
Kongrelere Diyap Ağa ve Hasan Basri’yi milletvekili olarak gönderirler.
23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’ne ise altı milletvekiliyle temsil edildiler.
Şeyh Said isyanına katılmadılar.
Dersimlilerin Atatürk sevgisinin iki nedeni vardır:
Birincisi, Cumhuriyet Aleviler’i özgürleştirmişti.
İkincisi Aleviler Atatürk’ün Alevi olduğunu düşünüyordu. Kimi Alevi’ye göre ise Atatürk “mehdi” idi.

Madde 10 ) Dersimliler niye ayaklandı?
Temel sebep; ülkenin batısını siyasi, iktisadi ve kültürel olarak “modernize eden” Cumhuriyet yönetiminin, artık ülkenin doğusuna da el atmasıydı.
Cumhuriyet bölgedeki yoksulluğu-geri kalmışlığı ortadan kaldırmak istiyordu.
O küçük bütçesine rağmen 4 milyon lira ayırmıştı. Bununla yollar, köprüler yapmayı planlıyordu.
Bölgeye “el atma”nın siyasi nedeni ise; Cumhuriyet’in, ağa ve şeyhlerin hüküm sürdüğü feodalizmi tasfiye etmek istemesiydi. Atatürk aşiret sisteminin yıkılmasını ve toprak reformu yapılmasını istiyordu.
Meselenin kültürel ayağı da vardı. Dersim halkını Kürtleşmiş Türk olarak görüyorlardı. Mecburi iskan yasası çıkarılarak, Dersim aşiretlerinin Türklerin yoğun yaşadığı bölgelere göndererek Türkleşmesinin sağlanacağını planlıyorlardı.

Ankara’daki bazı bürokrat ve siyasilerin Osmanlı döneminden kalma, “Sünniler devlete bağlıdır, Aleviler kötülüklerin başlıca nedenidir” şeklindeki Alevi düşmanlığıyla yaptıkları yönlendirmeler “reformların” sert olmasına yol açtı.
Cumhuriyet kadroları reformları hayata geçirme konusunda ikiye bölündü; Vali Cemal Bey gibi uzlaşmadan yana olanlarla, Umum Müfettişi İbrahim Tali gibi sert tedbirlerin alınmasından yana olanlar arasında.
En sert görüşler Mareşal Fevzi Çakmak’a aitti; Kürt memurlara bile karşıydı!
Diğer yanda…
Şunu da eklemem gerekiyor; 1937-38 askeri harekatı Dersim’e yapılan ilk operasyon değildi.
1861’den başlayarak Dersim’e sürekli askeri harekatlar düzenlendi.
Yazdığım gibi bunun temel nedeni iktisadiydi.
Tanzimat’ta da, II. Meşrutiyet’te de, Cumhuriyet’te de aynı durumla karşılaşılmıştı: Aşiret ağaları yeniden yapılandırılan merkezi yapının kontrolüne girmek istemiyordu. Kendi kanunlarını kendilerinin koyduğu feodal düzenin yıkılmasına karşı çıkıyorlardı.
Bölge halkının yoksul ve cahil olması, feodal düzenin sürmesini isteyenler tarafından hep kullanılmıştır.
Kuşkusuz onlarca zulme uğramış Dersimlilerin merkezi iktidarlara güvensizlikleri de bunda etken olmuştur.
Aynı bugün olduğu gibi…

Soner Yalçın
Odatv.com

14 Eylül 2011 Çarşamba

ATANIN GENİŞ VE ZENGİN DÜŞÜNCE DÜNYASINA ÖRNEK...

Homeros, Atatürk ve Manfred Osman...

PROF. Manfred Osman Korfmann, ilk olarak 1870’lerde başlayan, 1988’den sonra üçüncü kez devam eden Troya’da iğne ile kuyu kazıyor.
http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif
Troya kazı çalışmalarını yürütüyor. ‘Troia (Troya) benim ikinci evim, ikinci eşim’ diyor. Yaşamını kazılar için adamış, Almanya Cumhurbaşkanı’nın izniyle Türk vatandaşlığına geçmiş; yani çift pasaportu var... Çanakkale’de kendisine ‘Osman Bey’ deniliyor.

Korfmann, Troya’nın Anadolu uygarlığı olduğunu savunan tek arkeolog olarak biliniyor; bu nedenle arkeoloji çevrelerinde çok tartışılan bir isim.

Tübingen Üniversitesi’nde Arkeoloji Bölümü Başkanı iken kazılar için Türkiye’ye geliyor. 18 Mart Üniversitesi kurulunca rektörün danışmanlığını, sonra da Arkeoloji Bölümü Başkanlığı’nı üstleniyor. Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de bir Troya Vakfı’nın kurulması çalışmalarına öncülük ediyor. Vakfın kurucuları arasında; Prof. Ramazan Aydın, Prof. Celal Şengör, Prof. Coşkun Özgünel, Süleyman Bodur, Zafer İncecik, Alp Yörük, Çiğdem Morçül, Dr. Aslı Erim Özdoğan, Dr. Göksel Sazcı, Prof. Muharrem Satır, Prof. İlhan Kayan, Prof. Turan Efe ve Enver Sadık Yılmaz gibi bilim ve kültür adamları, turizmciler ve işadamları bulunuyor. Prof. Korfmann, kazıların artık Türkiye kaynaklı yürütülmesi için bu vakfı kurduklarını söylüyor. Zaten bizzat yürüttüğü çalışmalarla Troya’nın bulunduğu alanı ‘Tarihi Ulusal Troia Parkı’ ilan ettirmiş. Vakfın temel amacının; bölgenin envanterini çıkarmak, restorasyon ve koruma çalışmalarına katkıda bulunmak olduğu belirtiliyor. Sadece Çanakkale’deki değil Türkiye ve hatta dünyadaki arkeoloji öğrencileri için bulunmaz bir ‘laboratuvar’...

Bu arada Çanakkale içindeki Arkeoloji Müzesi’nin, Troya harabelerinin bulunduğu alana taşınması için bizzat Ankara’ya giderek Bakan Erkan Mumcu’dan söz almış...

‘Anadolu Ateşi’nin yapımcısı Mustafa Erdoğan’ın, yeni müzikal çalışmasının adını ‘Troya’ koyacağını açıklaması ilginç...

Kazı bölgesine en yakın bölgede bulunan Tusan Oteli’nin sahibi Enver Sadık Yılmaz,Gelibolu yarımadası ile İntepe bölgesi Türkiye için çok önemli kültürel mekánlar sayılmaya başladı. Turist sayısı her geçen gün artıyor; Arkeolog Korfmann’ın da inanılmaz çabalarına karşılık Türkiye’nin de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor. Troya bir mirastır, emanettir.’ diyor.

Ve buna örnek olarak, bölgeyi ziyaret edenlere bedava su ve çay servisi yaptıklarını, WC’lerin hijyenik bakımını üstlendiklerini anlatıyor.

Prof. Korfmann’ın ortaya koyduğu emekler ve Troya filminin Türkiye için yaptığı büyük tanıtım sonucunda Çanakkale’ye inanılmaz bir merak başlamış...

Bu yıl gelecek yabancı turist sayısının 500 bini aşması bekleniyor. Çanakkale’ye bu yolla en az 1 trilyon girdiği hesaplanıyor. Troya’nın, restorasyon, bakım ve koruma gibi çalışmalara, bu gelirin % 10’unu aktarmak gibi görüşler tartışılıyor. Bazıları, her gelen turistten 5 Euro kesilmesini öneriyor.

MNG Turizm Grubu Başkanı Hüseyin Baraner’in, 9-12 Ağustos tarihleri arasında yapılan Çanakkale Troya Festivali’ne Çanakkale’nin tanıtımı için Almanya’dan getirdiği 25 gazeteci ve turizm yazarı buraya hayran kalmış... Çanakkale Ezineli olan Baraner Almanya’da oturuyor ve dünya çapında tanınmış bir Türk turizmci olarak biliniyor.

Yeni bir model üzerinde çalışıyor:

Antalya’ya 6.5 milyon turist geliyor. Tıkanmaya başlayan bu kapıyı Anadolu’ya doğru açmamız gerekiyor daha çok turist gelmesi için. Almanya’da Bentur olarak başlattığımız kampanyada ‘Antalya’dan Türkiye’nin Her Yerine’ yani Kapadokya, Efes, Bergama ve Truva’ya yeni bir açılım modeli uyguluyoruz. ‘Türkiye’yi keşfedin’ diyoruz. Böylece Antalya gelecekte, Akdeniz’in en büyük turizm destinasyonu ve turizm dağılım noktası olacak. ‘Troya’ filminin etkisini unutturmamak için etkinliklerimizi canlı tutmalıyız; 50 milyar dolarlık turizm yatırımlarımızın cazibesi ancak böyle artırılabilir.’

Türkiye’deki bir ilklerden sayılan ‘Sokak Şenlikleri’ etkinlikleri yapıldı dün Çanakkale’de... Bireylerin gönüllü katkıları ile kentin bütün dinamiklerinin paylaştığı bu modelle Çanakkale’nin ekonomik, kültürel ve sosyal değerleri ortaya çıkarılarak tanıtıldı. Yani bir sivil inisiyatifin gücü...

Troya eserleri 300 müzede

ARKEOLOJİ yazılarıyla bilinen gazeteci Özgen Acar, Çanakkale ve Troya ile ilgili şöyle diyor: ‘İstanbul’da yerleşim başlamadan 2000 yıl önce Çanakkale Boğazı’ndaki Troya vardı. İstanbul Boğazı’ndan daha önemli bir konumdaydı. Doğudan batıya, batıdan doğuya gelip giden kervanların, Karadeniz’den Akdeniz’e inip çıkan teknelerin kesiştiği ve uğradığı kavşaktı. MÖ 2600’den kalma böylesine bir hazinenin değerinin Türkiye için önemini düşünebiliyor musunuz? Troya’da, projelendirilen uluslararası müze yapıldığı takdirde mevcut kalıntılarla ve dünyanın 47 ülkesindeki 300 müzeye kaçırılmış, dağılmış parçaların burada sergilenmesi Anadolu’nun dünya uygarlığındaki kültür odağı olacaktır. Bu çok önemli bir durumdur. Belki bu süreç 100 yılı bulabilir. İşte Çanakkale o zaman gerçek değerine kavuşacaktır.’

3 bin 200 yıl önceki öykü

PROF. Korfmann, 3 bin 200 yıl önceki tarihe düşen Troya öyküsünün filmi çekilirken bilim adamlarına danışılmadığını, gene de eğlence dünyası için iyi bir film olduğunu ima ediyor. Şöyle bir sözü var:

‘Dünyanın en meşhur Homeros uzmanı, Basel Üniversitesi’den Prof. Joachim Latacz’a sordum ve filmi beğendiğini söyledi. Bana Agamemnon ve Akhilleus arasındaki gerginliğin İlyada’daki gibi yansıtıldığını söyledi. Sanırım yönetmen Wolfgang Petersen, İlyada’yı okudu.’

Alman hocanın sözünü ettiği Prof. Latacz, arkeloji dil uzmanı; 40 yıldır Homeros ve İlyada konularında çalışmalar yapıyor. Bu konuda başka bir dil uzmanı yok. Homeros’un Troya’yı anlatan İlyada eseri, Avrupa edebiyatının başlangıç tarihi sayılıyor. Eserde savaş öyküsü var; ama verdiği mesaj barış. Bu savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatmak için yazmış; ders alınıp barış desteklensin diye...

Troya asırlar boyunca stratejik açıdan önemli bir bölge ve dolayısıyla da savaş alanı olmuş; 1200 Troya Savaşı ve 1915’te Çanakkale Savaşı...

UYGARLIKLAR KENTİ

Troya,
geçmişte sahille bütünleşen bir yermiş; önemli bir limanmış... Rüzgárlı bir bölge olduğundan açık denize çıkılmadan önce malzeme ikmali için mutlaka uğranıldığından ve dolayısıyla topladığı vergilerden ötürü, çeşitli dönemlerde dokuz-on tabakadan oluşan zengin bir uygarlıklar kentine dönüşmüştü. Dolayısıyla Yunan uygarlıklarının gözü hep bu coğrafyada olmuş... Isparta’nın soylu kralı Agememnon’un kardeşinin karısı Helen ile Troya Prensi Paris arasındaki aşk, savaşı nedeni olarak gösterilse de esas nedenin Troya’nın zenginliği olduğu biliniyor. Paris’in abisi Hektor; savaşta Achilleus tarafından öldürülüyor.

Akıllı, cesur, onurlu ve ölümsüz bir isim. Atatürk’ün, Çanakkale Savaşları’ndan sonra ‘(Troyalı) Hektor’un öcünü aldık’ demesinin boşuna söylenmediği ortaya çıkmıyor mu?

‘Troya’ filminden getirilen heykel kurulurken akla bunlar geliyor. 


Yalçın BAYERhttp://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif
22.08.2004

29 Temmuz 2011 Cuma

BAŞBAKANIN İSMET PAŞAYA OLAN ÖFKESİ, PAŞANIN TARİH SAHNESİNDEKİ YERİNİ ETKİLER Mİ?

Lozan Anlaşması’nın 83. yıldönümünde mesaj yayınlayan Başbakan Erdoğan, Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü’nün adını anmazsa bu nasıl yorumlanır?
“Başbakan İnönü’ye kızıyor” denir.
Daha da ileri gidenler olur, onlar da “Sadece kızmıyor ondan nefret ediyor” diye yorumlar.
Başbakan’ın kendi söylemlerinden çıkardığımız kadarıyla İsmet Paşa’yı sevmediği, hatta ondan nefret ettiği bir gerçektir.
Çünkü babası Adnan Menderes’ciymiş. Menderes’in idamından da pek çok Demokrat Partili gibi Paşa’yı sorumlu tutuyormuş.
Başbakanın yaptığı konuşmalardan öğrendik bunları.
Başbakan da babasından kendine kalan bu İnönü öfkesini seçim meydanlarında da bol bol kullandı.
Meydanlarda İnönü’ye ağır suçlamalar yönetti hatta hızını alamadı onu Hitler’e benzetterek diktatör ilan etti.
Hitler ve İnönü…
Biri Yahudi Soykımı yaparak milyonlarca insanı gaz odalarında öldürüp cesetlerini fırınlarda yaktı.
Bununla da yetinmedi İkinci Dünya Savaşı’nı çıkardı ve yine milyonlarca insanın ölmesine neden oldu.
Züalim, gaddar faşist bir diktatör.
Öteki ise ülkesini İkinci Dünya Savaşı’na sokmayarak milyonlarca insanın hayatını kurtardı.
Ama Başbakan Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını dünyanın kabul ettiği Lozan Anlaşması’nın yıldönümünde İnönü adını ağzına almadı.
Aslında Başbakanın bu tutumu İnönü’yü ne küçültür, ne de onun tarihi kimliğine ufacık bır fiske vurur.
İnönü yalnız Türk tarihine değil, dünya tarihe geçmiş bir kişilik.
Erdoğan ise cumhuriyet’in 32 başbakanından biri…
***
İnönü Türkiye Cumhuriyeti’ni çok partili demokrasiye geçiren de bir devlet adamıdır.
Üstelik İnönü 1946 yılında iktidarı yitireceğini bile bile çok partili dönemi başlatmıştır.
Kendisine karşı çıkanlara Türkiye’nin çok partili döneme mutlaka geçmesi gerektiğini söylemiş, bunu kararlılıkla uygulamaya koymuştur.
1950 yılında da Demokrat Parti iktidara geldi ve İnönü’yü miting meydanlarında ve yurt gezilerinde taşlatacak kadar saygısız ve vefasız davrandı.
Aradan yıllar geçtikten sonra bile büyük olasılıkla babasını ölümden kurtaran adama Başbakan Erdoğan’ın yaptığı vefasızlık devlet adamlığıyla kesinlikle bağdaşmaz.
İnönü tarihteki yerinde durup duruyor. Bu tip vafasızlıklar onun değerini hiç mi hiç etkilemez.
Aslında herkes İnönü’yü sevmek, hatta ona saygı göstermek zorunda değildir.
Ama tarihi kişilerin değerlerini de belirlemeye kalkmak, hele hele onları Hitler gibi bir insanlık suçlusu manyağa benzetmek sıradan insanların haddi de olamaz.
Tufan Türenç

KAYNAK: ODA TV